Posts Tagged ‘Cet’

mynet Gençlik Sohbet

Ocak 4th, 2012 by admin | Posted in Sohbet   No Comments »

Mynet Gençlik Odaları Sitemizde Sohbet Etmek ve yeni insanlar ile tanışmak için Hemen RESME tıkla ve sohbete katıl.

TÜRKİYE’DE EŞCİNSEL OLMAK

Aralık 5th, 2011 by admin | Posted in Cinsellik   No Comments »

Ne yazık ki eğitim ve kültür düzeyi genelde pek üst düzeyde olmayan ülkemizde, eşcinsellik gibi tabu sayılan bir kavram tam bir cehalet alanıdır. Bu cehalet o kadar yaygındır ki, bu konuyla ilgili ve bilgili olması gereken bilim adamlarının ve hatta küçük bir azınlık dışında eşcinsellerin kendilerinin bile pek bilgili olduğu söylenemez. Son yıllarda bütün dünyada yaşanan gelişmelere paralel olarak ülkemizde de eşcinselliğin daha görünür hale gelmesi, az da olsa bu konunun toplum tarafından daha iyi kavranılmasına yarar sağlamaktadır. Ancak bu cehalet hala öyle bir boyuttadır ki, bu görünürlülüğün sosyal gelişmeler sonucu artmasını, daha önce toplumsal baskılardan dolayı kimliğini gizleyen eşcinsellerin biraz cesaret gösterip giderek ortaya çıkmaya başlamasını bile “toplum yozlaşıyor, özentiler yüzünden eşcinseller çoğalıyor” diye niteleyecek kadar zeka yoksunu yorumlar gazetelerde ve televizyonlarda üstelik eğitimli bilinen popülaritesi yüksek insanlar tarafından dillendirilebilmektedir. Bu sayfada amacımız eşcinsellik konusunda toplumumuzdaki bu cehaletin giderilmesine az da olsa katkıda bulunmaktır.

TÜRKİYE’DE EŞCİNSEL OLMAK

Eğitimsizlik, dinsel ve ahlaki dogmalar, politik yozlaşmalar, erkek egemen kültür, demokrasinin eksikliği, devlet görevlilerinin ve özellikle emniyet güçlerinin yetiştirilme tarzı, genel olarak toplum yapısı Türkiyeli eşcinsellerin hayatlarını çekilmez hale getiren başlıca sebepleridir. 1990′larda başlayan görece rahatlama ortamı, görünürde devam ediyor zannedilse de son yıllarda gittikçe muhafazakarlaşan ülkemizde eşcinseller üzerindeki baskılar hem toplumsal hem de politik olarak tekrar çoğalmaya başlamıştır.

Türkiye’de insan haklarının yeterli olmadığı genel kabul gören bir gerçektir. Türkiye’de eşcinsellerin ruh halini anlamak için, diğer azınlıklara yada farklılıklara uygulanan çoğunluk baskısına ilaveten, Türk eşcinsellerin sorunlarını en yakınlarına yani ailelerine anlatamayacak durumda olmalarını göz önüne almak yeterli olabilir. Bazen tüm yaşamlarını bile etkileyecek sorunlar yaşasalar bile bunları en sevdikleri ile paylaşamayacak eşcinsellerin durumu gerçekten vahimdir. Hatta geri kalmış bölgelerde ailenin kendisi eşcinsellerin en büyük düşmanı olabilmekte ve bu durum bazı eşcinsellerin psikolojisinde travmatik etkiler bile bırakabilmektedir. Kaba bir örnek vermek gerekirse, bu ülkede Ermeni, Kürt yada Alevi olduğu için ailesi tarafından dışlanan, dayak yiyen ve hatta bazen en yakınları tarafından öldürülmek istenen tek bir kişi olabileceği hayal bile edilemez. Bu nedenle insanların çoğu hala, eşcinselim diye ortaya çıkmak yerine, ancak ve ancak toplumda yerleşik erkeklik yada kadınlık kategorisinden beklenen davranışları yerine getirerek sosyal, dinsel ve siyasal kurumların şemsiyelerinin altında yer bulabilmektedirler.

EŞCİNSEL KÜLTÜR VE YAKIN TARİH

Osmanlıda Eşcinsellik:
Günümüzde eşcinsel haklarının zirveye ulaştığı yerler Batı ülkeleri olsa da 20 yüzyıl başına kadar İslam coğrafyasının kontrol eden Osmanlı döneminde eşcinseller batılı ülkelere oranla çok daha hoşgörülü bir ortamda yaşamış, kendilerini ifade edecek ortamlar bulabilmişlerdir. Üstelik çok ilginçtir ki, Osmanlıda eşcinsellerin yok sayılmaya ve baskıya uğramaya başladığı dönem batılılaşmanın başladığı 1800′lü yıllardır. Bunda aynı dönemde batıda başlayan ve Osmanlıyı da etkisi altına alan ve toplumu yeniden dizayn etme aylayışı güden devletin ve bürokrasinin gittikçe güçlenmesi de etkili olmuş olabilir. Oysa, Osmanlının daha güçlü olduğu dönemlerde genel olarak özgürlükler ve dolayısı ile eşcinselliğe bakış, şimdiki baskıcı Arap yönetimlerinden çok daha iyi durumdadır. Unutmamak gerekir ki günümüzdeki baskıcı Arap yönetimlerini eşcinselliği 1960′lara kadar kanunen yasaklayan İngilizler belirlemişlerdir. Yani aslında bu gün batının eleştirdiği radikal İslam ülkellerini batı kendi elleri ile yaratmıştır.

Gazeteci/tarihçi Murat Bardakçı Osmanlıdaki eşcinselliği 27 Ağustos 2006 tarihli Hürriyet gazetesindeki makalesinde şu şekilde anlatmaktadır.:

Batı tarzı eşcinsel ilişkiler yaygınlaşsa da, ülkemizde hala aktif-pasif ağılıklı eşcinsellik kültürü yaygındır.

“Eşcinsellerin büyük büyük dedeleri, bundan asırlarca önce “meslek grubu” kabul edilip esnaftan sayılmış, hatta hükümdarların sefere çıkmalarından önce düzenlenen büyük resmigeçitlere bile katılmışlardı. Evliya Çelebi’nin meşhur “Seyahatnáme”sinde, 17. asır gay’lerinin Dördüncü Murad’ın huzurunda yapılan bir geçit resmine yanlarında kendilerini pazarlayanlar olduğu halde katılmalarının anlatıldığı bilinir. Yani, eski zamanların eşcinselleri, İstanbul’da padişahın huzurunda düzenlenen resmigeçitlere bile iştirak etmiş, hatta yanlarında kendilerini pazarlayanlar olduğu halde yürümüşler ve bu yürüyüşler o devrin kayıtlarına ayrıntılarıyla geçmişti. Osmanlı zamanında müşteriye çıkan delikanlılara “hîz oğlanı” denirdi ve mesleklerini icra eden “hîz”lerin devlet tarafından kayıt altına alınmaları şarttı. Hayatını bu işten kazanan erkekler “defter-i hîzán” yani “hizler defteri” denilen kütüğe yazılırlardı ve bugünden çok daha önemli bir farklılık söz konusuydu: Profesyonel eşcinseller, “esnaftan” kabul edilirlerdi. Esnaf, o devirde ordunun bir bölümü sayılır, padişahın sefere çıkışından önce İstanbul’da yapılan büyük geçit resmine bütün meslek grupları katılır ve “hîzán”, yani eşcinseller de bu geçit resminde yer alırlardı. Bu törenlerden birini, 17. asrın çok önemli bir ismi, Evliya Çelebi, meşhur “Seyahatnáme”sinde ayrıntılarıyla yazıyor.

Uygunsuz kadınlarla erkekler, Osmanlı zamanında da faaliyetteydiler. Devlet bu faaliyetlere bazen göz yummuş, bazen de sıkı yasaklar getirmişti ama yaygın düşünce, “İsteyen, canının çektiğini yapsın” şeklindeydi. Üstelik bu iş eski devirlerde sadece bize mahsus değildi, bütün dünyada var olan bir şeydi. Aynı cinse duyulan ilgi Osmanlı toplumunda da hafiften yadırganırdı fakat yadırgama kendi cinsine düşkün olanın bu merakını gizlemesini gerektirecek bir hale gelmez, her şey ortada, apaçık cereyan ederdi. Şairlerin delikanlı sevgilileri için kaleme aldıkları gazeller elden ele dolaşır, bestecilerin yine genç erkekler için döktürdükleri nağmeler de her yerde terennüm edilirdi. (dillendirilirdi)

Meselá, Fuzuli’nin “Subh çekmiş çerha tıygın táşa çalmış áfitáb / Záhir etmiş ol meh-i delláke aynı intisáb” mısraıyla, yáni “Sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi telláka bağlılığını göstermiş” sözleriyle başlayan gazelinin bir delikanlıya yazıldığı daha ilk okuyuşta anlaşılırdı. Gazel, daha sonra “Başlar, onun anber kokulu usturasının hareketinden, suyun dalgalanıp kabarcıklar meydana getirmesi gibi neşelenip tertemiz oluyor. Her kılımın ucunda bir baş olsaydı ve sevgilim onları saç gibi doğrasaydı, kanlar döken usturasından yine de kaçmazdım…” sözleriyle devam etmekteydi.

Bir başka örnek: Küçük Mehmed Ağa’nın eseri olan ve müziğimizin en san’atlı parçalarından sayılan Evcárá makamındaki bestede, yáni “Gelince hatt-ı muanber o meh cemálimize / Yazıldı mebhas-i sevdá kitáb-ı hálimize” güfteli eserde “O ay yüzlü sevgilimizin sakalları çıkmaya başlayınca, hálimizi anlatan kitaba sevda bahsi yazıldı” deniyordu.

Eşcinsel ilişkiler, Avrupalı olmaya karar verip Tanzimat’ı ilán etmemizden sonra, 1840’lardan itibaren “ayıp” sayılır oldu ve bir zamanlar sıradan hadise gibi görünen münasebetler artık sessizliğe büründü. 19. asrın büyük álimi ve devletin resmi tarihçisi Cevdet Paşa, “Máruzát” isimli eserinde bu anlayış değişikliğini apaçık, şöyle anlatır:

“…Kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. Oğlancılık sanki yere battı. İstanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. Sultan Üçüncü Ahmed zamanından beri devam eden Káğıthane seyri daha fazla rağbet buldu. Gerek orada, gerek Bayezid Meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı. Devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meşhur Kámil ve Áli Paşalar (o devrin sadrazamları, yani başbakanları) ile onlara mensup olanlar kalmadı. Áli Paşa, yabancıların eleştirisinden çekinerek kulamparalığını gizlemeye çalışırdı.” Orijinal Makale İçin Tıklayınız

Yine Murat Bardakçının 2000 yılında Hürriyet’te yayınlanan makalesine göre Türklerin bilinen en eski “gay kulübü” 15, yüzyıl sonlarında Beşiktaş’ta Deli Birader lakaplı divan şairi tarafından açılan hamamdı. Bardakçı’ya göre “Hamam bir anda İstanbul’un en namlı yerlerinden oldu. Devlet büyüklerinden şairlere, en seçkin tácirlerden sarayın üst rütbeli mensuplarına kadar başkentin önde gelen isimleri müdavimler arasındaydı. Külhandaki cümbüşler dillerde, içeriye alınmayanların gönlü de külhadaydı. Ama günün birinde ne olduysa oldu, cümbüşlerde kantarın topuzu kaçtı. ‘‘Filánca Efendi feşmekán Bey’in oğluyla kurna başındaymış’’ gibisinden dedikodular ayyuka çıkınca mahalleli hamamı basıp sahibinin başına yıktı.” Orijinal Makale İçin Tıklayınız

Günümüz Türkiye’sinde Eşcinsel Kültür.

Zeki Müren 1950′lerin Türkiye’sinde sahnelerde kadınsı kıyafetler giyerek o zaman için eşcinsel yaşamda adı konulmamış bir devrim gerçekleştirmiştir.

Son yıllarda bazı kişiler kendi ideolojik saplantıları yüzünden Cumhuriyet döneminde Türkiye’de eşcinsellere yapılan baskıları bile Cumhuriyet’e mal ederken Türkiye’nin eşcinselliğin yasak olmadığı tek Müslüman ülke olduğu gerçeğinden asla bahsetmezler. Osmanlı gerçeği ortada iken din adına baskıcı rejimlerin kurulduğu günümüz Müslüman ülkelerinde eşcinseller değişik uzunlukta hapis cezalarından, idama kadar giden çok şiddetli yaptırımların tehdidi altında yaşamaktadırlar. Ama ne yazık ki, aynı kişiler destekledikleri muhafazakar kadroların son yıllarda eşcinsellere yaptıkları sistematik baskıları gömemezlikten gelmeyi de yeğlemektedirler. Oysaki bu ülkenin eşcinselleri yaşadıkları bütün zorluklara rağmen bu Cumhuriyeti kuranlara çok şey borçlu olduklarını çok iyi bilmektedirler ve asıl sorunun Cumhuriyetin kendisi değil, Cumhuriyet kazanımlarının geliştirilmesi yerine yarım bırakılması olduğunun da farkındadırlar. Ama bu, Cumhuriyet dönemimde Türk eşcinsellerinin yaşadıkları zorlukların hiç de hafifletilemeyecek kadar ağır olduğu gerçeğini de değiştirmez.

1980′lere kadar ülkemizde eşcinsellik hemen hemen yok sayılmış ve hiç konuşulmamıştır. Oysa ki eşcinseller haklarına ancak görünür olmaya başladıktan sonra kavuşmuşlardır. Bu arada gözden kaçırmamak gerekir ki batıda da eşcinsel hakları bugün Türkiyeli eşcinsellerin hayal bile edemeyeceği bir aşamaya son 30-40 yılda gelmiştir. Mesela bugün eşcinsel evliliklerinin konuşulduğu Avustralya gibi demokratik bir ülkede eşcinsellik 1989′a kadar kanunen yasak olarak kalmıştır. Batıdaki bu gelişmeleri sağlayan da görünürlülüğün ve konuşurluluğun artmış olmasıdır.

Türkiye eşcinseller açısından bakıldığında daha çok reddedici ülkeler grubuna yakın görünmektedir. Bu tür toplumlarda “cinsiyet rolleri” kesin sınırlarla ayrılmıştır ve kadınsı davranan erkeklere tepki vardır. Karşı cinse ait davranışlar göstermekle eşcinsellik eş tutulur. Hatta maço kültürlerde “aktif” rolde cinsel ilişki çoğunlukla erkek baskınlığının bir özelliği gibi görülüp eşcinsel sayılmazken sadece “pasif” roldekiler eşcinsel olarak nitelenir. Türkiye’de ‘eşcinsel’ denince çoğu kişinin aklına ıssız otoyollarda görülen travestiler, ağır makyajlı şarkıcılar, kırıtarak yürüyen, daha kadınsı giyinip konuşan dar blucinli genç erkekler gelir hala. Çoğu insan eşcinsellerin gittikleri barlara uğramaktan çekinir, aileler çocuklarının onlarla arkadaş olmasını pek istemezler. Öte yandan aynı toplumun bireyleri eşcinsel sanatçıları ve şarkıcıları ise ayakta alkışlamaktan kaçınmazlar. Yani eşcinsellik kendi yakınında olmadığı sürece kabul edilebilir gibi görünmektedir.

12 eylül askeri darbesi ile Türkiye’de taşlar yerinden oynamıştır. Askeri darbe sonrası tüm toplumsal kesimler gibi eşcinseller ve özellikle de travestiler büyük bir kıyıma ve baskıya uğramışlardır. Yavaş yavaş görünür hale gelen eşcinseller sistematik bir şekilde baskı altına alınmış, evleri basılmış, dayak yemişler ve hatta İstanbul’daki travesti ve transseksüeller trenlere bindirilip Eskişehir’e sürülmüşlerdir. İlerleyen zamanlarda ise İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde birbiri ardına eşcinsel kulüpleri açılmış, eşcinseller televizyon programlarında görünmüş, internet sayesinde doğudaki eşcinseller de batıyla temas kurabilir hale gelmişlerdir. 1999 yılında başlayan Avrupa birliğine uyum çalışmaları sonucu eşcinseller , travestiler ve transseksüeller birden kendilerini çok demokratik bir ortamda bulmuş ve bu kısa süren “lale devri” yaklaşık 2005 yılına kadar devam etmiştir.

Ancak ülkemizde giderek iyileşen eşcinsel ortamında 2006′da itibaren sert bir geriye dönüş başlamıştır. İstanbul gibi büyük metropolde eşcinsellerin sığınma yerleri olan neredeyse 20-30 yıldır eşcinsellerin rahatça gittikleri bilinen hamam ve sinemaların hemen hemen hepsi kapatılmıştır. izmir ve Ankara gibi büyük şehirlerde de benzer bir sürecin başladığı duyulmaktadır. 2007 den itibaren emniyet güçlerinden şiddet gördüğünü iddia eden eşcinsellerin sayısında müthiş bir patlama olmuştur. 1980′lerde olduğu gibi tekrar gay bar’lara sık sık polis baskınları yapılmaya başlanmıştır. Eşcinsellerin gittiği parklarda sivil/resmi polislerin devamlı devriye gezdiği duyulmaktadır. Gazetelerde, televizyonlarda görünmeye başlayan popüler eşcinsellere konuşulmayan bir sansür uygulanmaya başlamış, daha önce efemine ya da eşcinsel görüntüleri ile bilinen şarkıcılar birden takım elbise giyip bıyık bırakmaya kadar işi vardırmışlardır. Televizyonların kışkırtıcı haberleri sonucu sırf giyim tarzlarından dolayı sokakta gezen travesti ve transseksüellere para cezaları kesilmeye başlanmıştır. Muhafazakarlaşan yada muhafazakarlılaştırılmak istenen toplumda homofobik söylemler giderek çoğalmış ve üstelik daha da şiddetli hale gelmeye başlamıştır. Kısaca son 10-15 yılda yavaş yavaş yeşeren ümitler yerini yeniden derin bir karamsarlığa bırakmaya başlamıştır.

EŞCİNSEL HAKLARI VE DERNEKLER

Hakkını yememek gerekir ki, bir eşcinsel hareket doğrultusunda gerçek adımların atılmasından önceki ilk çalışmalar İzmir’de İbrahim Eren’in öncülüğünde başlamıştır. Sonraki yıllarda eşcinselliği ticarete döktüğü için eşcinsel gruplarca dışlanan İbrahim Eren, İzmir Çevre Sağlığı Derneği’nde İzmirli eşcinsellerle terapi-sohbet toplantılarına başlar. Ancak 12 Eylül darbesi tüm sivil toplum örgütleri gibi bu grubu da dağıtır. Yurt dışına çıkan İbrahim Eren Almanya ve Avrupa deneyimleri sayesinde anti-militarizm, yeşil hareket, eşcinsel hareket gibi dönemin geleneksel solunun yabancısı olduğu yepyeni anlayışlarla tanışmıştır. 12 Eylül, toplumsal muhalefete çok büyük bir darbe indirir. Ancak daha önce geleneksel solun içinde veya gölgesinde kalmış eşcinseller, feministler, anti-militaristler gibi hakim anlayışın marjinalleştirdiği gruplar da var olan politik boşluğun da etkisiyle daha geniş bir hareket alanına kavuşurlar. İbrahim Eren bu unsurları bir parti çatısı altında toplamak ister. Radikal Demokrat Yeşil Parti adıyla kurulması düşünülen partinin tüzüğü de yine bu gruplar tarafından oluşturulur. 1986-1987 yıllarına denk gelen bu çalışmalar yine söylentilere göre İbrahim Eren’in kişisel ilişkilerdeki baskın yapısı nedeni ile sonuçlanamaz ve parti kurulma aşamasında kalır. 1987 yılının yaz ayları Beyoğlu Emniyet Müdürlüğünün travestiler üzerindeki baskıyı arttırdığı günlerdir. Kimi zaman çuvallarla koyup demir sopalarla dövme aşamasındaki bu baskılara ne basın ne de ‘demokratik’ kamuoyu gerekli ilgiyi göstermez. Bu baskılar karşısında çaresiz kalan, destek bulamayan travestiler toplu olarak henüz kurulma aşamasında olan Radikal Parti’ye sığınırlar. 37 eşcinsel ve travesti tarafından açlık grevi başlatılır. Bu aynı zamanda Türkiye tarihindeki ilk eşcinsel eylemdir. Somut sonuçlar elde edilemese de bu eylem yurt içinde ve yurt dışında ses getirmeyi başarır. Yurt dışının saygın gazetelerinde haber olur ve Türkiye’den de Rıfat Ilgaz ve Türkan Şoray gibi pek çok sanatçı ve aydından destek bulur.

2008 yılında bir sansür tehdidi ile karşılaşan Huysuz Virjin, tepkiler sonucu bazı kısıtlamalarla da olsa ekranlara dönmeyi başardı.

İlk adımlar 80′lerde atılsa da gerçek anlamda bir eşcinsel hareketin temellerinin 90′larda atıldığını söyleyebiliriz. 1993′de Türkiye’de yapılması planlanan ilk uluslararası Gay-Lezbiyen etkinliği valilik tarafından engellenince İstanbullu bir grup eşcinsel aktivist Lambda ismi altında bir araya gelmeye karar verirler. Eşcinsellerin özgürleşmesi amacıyla faaliyetini yürüten grup biraz da olası baskılardan korunmak için ilk olarak AIDS Savaşım Derneği ile ortak çalışmalar yürütür. Eşcinseller, 1996′da İstanbul’da yapılan HABİTAT-II İnsan Yerleşimleri Zirvesi’ne kendi standıyla katılır. Yine Lambda istanbul’un gerçekleştirdiği eşcinsellere yönelik ilk radyo programı Açık Radyo frekansında bir yıl süresince yayında kalır. Ayrıca %100 GL ve ardından da Cins adıyla eşcinsellere yönelik dergiler yayımlar.

Kadın olmanın getirdiği toplumsal dezavantajlar ve eşcinsel organizasyonların da içinde olan cinsel hiyerarşi yüzünden gay’ler kadar aktif olamayan lezbiyenler ise 1990′ların ortalarından itibaren “Sappho’nun Kızları” ve “Venüs’ün Kızkardeşleri” gibi kendilerine özgü birliktelikler yaratma yoluna giderler. Yine Lambda İstanbul’un ortaya çıktığı döneme yakın bir zaman diliminde Ankara’da 1994′de çoğunlukla üniversite öğrencilerinden oluşan Kaos GL isimli yeni bir grup doğar. 1994 yılından beri ciddi bir aksaklığa uğramadan istikrarlı bir biçimde Türkiye’nin ilk gay-lezbiyen dergisi ‘Kaos GL’yi çıkaran bu grup çeşitli organizasyonlarda, mitinglerde, üniversitelerde yazılı ve görsel araçlarla topluma ulaşmaya, eşcinsellerin sesini duyurmaya çalışıyor. Bunun yanında Kaos GL, 2001 1 Mayıs’ında ilk defa kendi pankartıyla, kendi grup kimliğiyle alana çıkmıştır. Bu bir ilktir. Türkiyeli eşcinseller kamusal alanda ilk defa kendilerini ortaya koymuşlardır. Bu sevindirici gelişme Lambda İstanbul’un da 2002 ve 2003 1 Mayıs’ında alana çıkmasına yol açar. Yine 11 Eylül sonrasında oluşan savaş karşıtı gösterilerde de eşcinseller toplumsal muhalefetin yanında yerlerini alırlar.

Son yıllarda Ankara, İstanbul dışında diğer illerde de eşcinsel örgütlenmeler ortaya çık maya başlamıştır. İzmir’de “Pembe Üçgen”, Antalya’da “Gökkuşağı Eşcinsel Toplum Hareketi” ismiyle bir araya gelen çeşitli grupların yanı sıra “Anadolu Ayıları” gibi eşcinsel kimliğini kadınsılıktan ayırmaya ve yeni bir gay kimliği yaratmaya çalışan çeşitli gruplar da mevcuttur. İnternet’in ve iletişimin gelişimi sayesinde amaçları ve nitelikleri birbirinden farklı farklı bu grupların sayısı da her geçen gün artmaktadır.